Ahmed Fayiz, 15 Nisan 2021.
PART I:
SANAT NESNELERİ ÜZERİNDEN MEDENİYETLERİN TARİHİ
“Nothing disappears completely ... In space, what came earlier continues to underpin what follows ... Pre-existing space underpins not only durable spatial arrangements, but also representational spaces and their attendant imagery and mythic narratives.”
Henri Lefebvre (The Production of Space)
Giriş
Sanat, Strauss’a göre toplumların üç temel iletişim formlarından ‘bildiri’ türünü teşkil etmekle birlikte, işlendiği mevcut toplumun ve zamanının ötesindekiler için de bir nevi ‘Rosetta Taşı’ fonksiyonu görmektedir. Bir başka deyişle, sanat hem üretildiği anki zamansal-mekansal konumda bu bildiri işlevini görürken, bu bildirinin tüketilebilirliği açısından ise sınır tanımayan bir potansiyele sahip arkeolojik bulgudur.
Öyle denebilir ki, bu bulgulara üzerinden de dünya üzerindeki çeşitli coğrafya ve zamanlardaki toplumsal oluşumlar ve onların etkileşimleri hakkında bir tarih anlatımı yapabilmek mümkündür. Bu sebepledir ki, ‘Sanat Nesneleri Üzerinden Medeniyetler Tarihi’ gibi iddialı bir konuyu da inceleyebilmek de ancak sanatın sağlamış olduğu bu imkanların dahilindedir.
Peki, medeniyetlerin tarih anlatımına başlamadan önce, ‘medeniyet’ kavramı ne ifade etmektedir? Zira, bu kavrama yapılacak tanım ve bu kavrama olan yaklaşım, nesneler üzerinden yapacağımız okumalara ışık tutan yegane pencere olacaktır. Kimi yaklaşımlar, tarihin bazı alanlarını, toplumsal oluşumları ve olguların yerini görmezden gelirken, bazılarını da olduğundan daha fazla ışık tutarak etrafın sağlıklı görüşüne engel olacaktır. Görüşümüzün ve anlayışımızın temel belirleyicisi ve sınırlayıcı olan bu ‘pencere’mizin sabit kabul görmüş tek bir şekli olmamakla birlikte, tarihe karşı yapılacak bakış da çok sağlam gözler ve de mercekler gerektirmektedir. Bu yüzden de, bir nevi Platon’un mağarasındaki gerçeği görebilenler diye kabul ettiğim Prof.Dr. Ahmet Nuri Yurdusev, Prof.Dr. Helga Rittersberger, Prof.Dr. Sibel Kalaycıoğlu ve Dr. Şerif Onur Bahçecik hocalarımızın yapmış olduğu çalışmalar ve vermiş oldukları kıymetli dersleri ışığında faydalanabildiğim kısmı ile olabildiğince kapsayıcı, kritik ve analitik bir bağlam oluşturup incelemeye çalışacağım.
Medeniyet
Günümüzde sıkça kullanabildiğimiz bu kelime ve bu kelimenin anlamsal çeşitliliğinin tarihine bakmanın faydalı olabileceğini düşünüyorum. Köken olarak Latince şehir anlamındaki CIVITAS yani şehit kelimesinden türemesi ile birlikte, medeniyet anlama yakın ‘civility’ yani nezaket anlamındaki bir kelime ilk defa 16. yy. ortasında kullanılmıştır. Bu kelimenin medeniyet ve medenilik gibi soyut ve koşul bildiren anlama evrimi ise 18. yy.’da Fransa’da ve yalnızca tekil kullanılabilen bir formda gerçekleşmiştir.
La Civilisation (Civilization, Medeniyet) ve Civilisé (Civilized, Medeni) kelimelerinin ilk yazılı kullanımı ise yine Fransa’da 1757’de Victor de Riqueti tarafından hayata geçmiştir. Fransız Devrimi süresince de, 18. yy. ve 19. yy. başlarındaki dönemlerce de yalnızca tekil ve insanlığın gelişimi gibi pozitif bir anlamda, ve Fransızlığı işaret eden biçimde kullanılmıştır. Zira yaşamış oldukları dönemler, Fransız Devletinin her açıdan küstahlık edebilmelerine imkan tanıyan altın çağlarına denk gelmektedir. Türkçedeki kullanımı da yine yakın bir süreç içerisinde, oldukça aktif ve üretken rol oynayan Osmanlı Tercüme Odası tarafından orijinal evrimine paralel biçimde arapça şehir anlamındaki MEDINA kelimesinden türetilerek ilk defa ‘Medeniyyet’ adında bir kelime oluşturmuşlardır. İlk defa yazılı olarak da Ahmed Vefik Paşa tarafından yine 19. yy. ortalarında kullanılmıştır. (Medeniyyet arapça bir kelime değildir, onun arapçadaki karşılığı ise ‘Hadâre’dir.) Lakin 20. yy. “daha çok türkçeleştirilerek” Uygurlar üzerinden “Uygarlık” kelimesi türetilip cumhuriyetçe kullanımı teşvik edilmiştir.
Zivilisationen (Civilizations, Medeniyetler) anlamındaki, bu kelimenin ilk defa çoğul ek ile kullanılabilmesi için ancak 19. yy. ortalarında Almanya’da Alman dilinde kullanılmıştır. Ve yine pozitif anlam içermeye devam etmiştir. Kelimenin çoğul anlamının zaruriliği ise, her gittiği yeri başarıyla sömürgeleştiren ve “medenileştiren” batının, Amerika ve Afrika kıtalarındaki rahat ilerleyişinden sonra, Asya’da karşılaştığı güçlü devlet formlarının gösterdiği direnç sonrasında mümkün olmuştur. Niteliksel olarak üstünlük ifade eden Medenilik ve Medeni batı nasıl olur da kendinden başka formdakilere karşı üstünlük kuramazdı? Demek ki tek medeni onlar değil, mukavemet gösterebilen Çin (Qing), Hindistan (Babür) ve İran (Kaçar) gibi toplumlar da farklı biçimlerde medeniyetleri teşkil eder. Bu sebepler de Medeniyetler diye bir kullanım mümkün olurdu.
Kelimenin hep pozitif ve bir nevi niteliksel yükseklik gibi anlamların dışında, ilk defa negatif bir biçimde kullanımı ise türkçe “Medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar!” örneğinde Mehmet Akif Ersoy tarafından, ve yine benzer zamanda almanca dilinde gerçekleşmiştir. Ne tesadüftür ki, iki millet de dünya harbinin mağlup devletleri olarak, savaş sonrasında bu kelimenin negatif bir anlamını dillerinde yaratmışlardır.
Medeniyetlerin Tarihi
Medeniyetler, dar anlamda i) ileri düzeyde kentsel gelişim, ii) toplumsal tabakalaşma, iii) politik organizasyon ve iv) sembolik iletişim sistemleri gibi niteliklerle küçük ölçekli ve primitif topluluklara kontrast ifade ederken; geniş anlamda göçebe ve pastöral toplumların da içerisine alınabildiği tanımlalamalar mümkündür.
Retroperspektif bir tarih analizi yapıldığında ise, Medeniyet ve Din hemen hemen aynı anlamda karşımıza çıkmaktadır. Yani Antik Mısır Medeniyetini Antik Mısır Dini, Antik Yunanı antik yunan pagan inancı, Mezopotamya'yı mezopotamya dinleri, Ahamenişleri Zerdüştlük, Romayı Roma pagan inancı, Çin’i Konfüçyüsçülük gibi listenin uzayacağı şekilde onlar arasında ayrıştırmayı mümkün kılan sembolik değerler sistemlerinin farklılıkları sayesinde medeniyetlerin kimlikleri belirlenebilir olmaktadır. Aynı şekilde, o dönemlere ilişkin sanat tarihi nesneleri de çoğunlukla bahsi geçen medeniyetlerin kimliklerini ifade eden dinsel inanç sistemlerinin kutsal objeleridir.
Üretim araçlarının gelişimi, toplumsal iş bölümü gibi olguların doğal sonucu olarak ortaya çıkan toplumsal tabakalaşma ise, yine bahsi geçen sembolik değerlerin formları üzerinden gerek şehir planında gerekse gömülmüş ölünün üstenki takı ürününden dahi takip edilebilir olmaktadır. Bu takip üzerinden yapacağımız tarih okumasının olabildiğince kapsayıcı olabilmesi için, paleolitik dönemden itibaren günümüze doğru ve geniş coğrafyalarca incelenmeye çalışılacaktır. Her bir sanat nesnesi için “Bu eser nerede?”, “Kimlerin erişiminde?”, “Hangi formda?” ve “Ne amaçla?” gibi sorular sorulmaya çalışılıp, sanat nesneleri üzerinden medeniyetlerin tarihsel akışına ulaşılmak hedeflenmiştir.
Paleolitik ve Neolitik Dönem
Paleolitik döneme ilişkin sanat eserlerini incelediğimizde, kabaca çizimler ve idoller biçiminde olduğunu görmekteyiz.
Willendorf Venüsü, 30.000 yıl önce|Altamira Mağarası 36.000, yıl önce|Brassempouy Venüsü 25.000 yıl önce
Bu eser Nerede?:
-Mobil (İdoller), Mağarada (Boğa Çizimi)
Kimlerin Erişiminde?:
-Erişim kısıtlaması yok
Hangi Formda?:
-Oyutulmuş kireç taşından, ve fildişinden (İdoller)
-Yerel faunadan ve floara elde edilmiş renklerle duvar çizimi (Boğa Çizimi)
Ne Amaçla?:
-Kesin olarak belli olmamakla birlikte, törensel (Boğa Çizimi)
-İyi şans totemi vb. gibi büyüsel amaçla (İdoller)
Avcı toplayıcı olan paleolitik dönem toplumuna ait hemen hemen her bilgiyi dahi bu esere sormuş olduğmuz sorularda görmüş olduk. İdoller mobil düzeyde: çünkü yerleşik hayatta değiller; ve kemikten ya da kireç taşı gibi basitçe kayaçlar tarafından üretilmekte: çünkü metalurji gelişmedi ancak basit kayaçlar kullanılmakta ve kemik de başlıca avcı toplumun elindeki malzeme diyebiliriz. Mağarada, çünkü oraları konak yeri etmekteler. Erişiminde de kısıtlama yok, çükü toplumsal bir tabakalaşma mevcut değil. Belirli bir zümre için yapılmış da değiller, ancak genel klana ait törensel ve büyüsel gibi kolektif amaçlara yönelik.
Oturmuş Tanrıça, 8.000 yıl önce | Çatalhöyük Duvar Resmi | Halaf Kültürü, 7600 yıl önce
Bu eser Nerede?:
-Yerleşim yerlerinde
Kimlerin Erişiminde?:
-Erişim kısıtlaması yok
Hangi Formda?:
-Pişirilmiş kilden, Dişil
-Günlük kullanım eşyasından
-Yerleşim yerinin duvarında
Ne Amaçla?:
-Günlük kullanım eşyasına estetik katıyor
-Törensel ve inançsal kutsallığı betimliyor
Paleolitik dönemde işbölümünün kabaca cinsiyet bazlı düzende avcı (erkek) ve toplayıcı (kadın) olduğunu düşünürsek, tarım devriminin toplayıcı rolündeki kadın tarafından gerçekleştirilmiş olması pek muhtemel görünmekte. Aynı zamanda bu, toplumsal rollerde kadının daha işlevsel ve üstün bir konuma getirirken; erkek avcılığının cazibesinin ve fonksiyonun modası geçmeye başladığını, toplumsal rolünün de kadının gölgesine düşmeye başladığını iddia edebiliriz. Böyle bir ortamda neolitik toplumun sembolik değerlerinde de dişil kutsallığı görmenin, dönemin sanatında neden tanrıçalar olduğu sorusunu anlamlı kılabilir. Artık çizimlerin de mağara değil, duvar çizimi olması da bizlere onların yerleşik hayata geçişlerini somutça gösterebilmektedir. Yine dönemin sanatına ilişkin bulguları pişirilmiş kilden çanak ve çömlekte görmek de, onların tarımsal düzene nasıl geçmiş olduklarını ve artık basit araç gereçler üretebildikleri ortaya koymaktadır.
Erken Dönem Tunç Çağı
Narmer Paleti MÖ. 3000 | Güneş Kursları MÖ. 2400
Bu eser Nerede?:
-Açık Alanda
-Asillerin/Rahiplerin Mezarlarında
Kimlerin Erişiminde?:
-Erişime Açık
-Erişime Kapalı (Ölen Asilin Mezarında)
Hangi Formda?:
-Pastoral Temalar İçerisinde Tarih Betimlemesi
-İyi İşlenmiş Metaller
-Asillere/Rahiplere Ait Eşyalar (Sistrum)
-Geyik, Boğa, Kuş ve Ağaç Figürleriyle Süslenmiş
Ne Amaçla?:
-Tarihlerindeki Çok Önemli Olayın Kaydı (Mısırın Birleşimi)
-Törensel Ritüellerde Rahibin Ritim Tutmasını Sağlamak
Henüz Erken Tunç Dönemimizde aristokrasinin tanrısal olmadığı, tanrılarla birlikte olmadığı, ve politikanın mutlak etkisi altında olmadığı görece daha pastoral temalar içerisinde olduklarını söyleyebileceğimiz eserler görmekteyiz. Aşağı Mısır ve Yukarı Mısır’ı birleştiren Narmer (Menes) dahi henüz ne tanrısallaştırılmış ne de tanrılarla birlikte tasvir edilmiş durumda. Dahası, İlk Hanedanlığın kurucusu Narmer hariç, ardıl firavunların şahsi hemen hemen hiç tasvirinin dahi görülmemesi de aristokrasi sınıfının henüz şımartılmadığı bir dönemde olduğnu iddia etmemize delil oluşturabilir. Aynı şekilde güneş kurslarının denk geldiği Hatti döneminden eserlerimizde de herhangi bi kişinin tasvirinden ziyade, toplumsal ritüellerin kullanımında olan ve yine pastoral süslerle süslenmiş mütevazi eşyalar niteliğinde olduğunu söyleyebiliriz.
Geç Dönem Tunç Çağı
Menkaure MÖ. 2500| IV. Tuthalya MÖ. 1237 | II. Şuppiluliuma 1178
Bu eser Nerede?:
-Açık Alanda
Kimlerin Erişiminde?:
-Erişime Açık
-Erişime Kapalı (Ölen Asilin Mezarında)
Hangi Formda?:
-Tanrılarla Birlikte Tasvir Edilmiş
Ne Amaçla?:
-Aristokrasinin Meşruluğunu, Özel Olduğunu Vurgulamak
Erken Tunç Döneminden Geç Tunç Dönemine geçişte dahi ciddi farklar görebildiğimiz Tunç Çağı sanatında, gözümüze çarpan temel nitelik paleolitik ve neolitik dönemlerde görmediğimiz derece lüx eserler olduğu, ve asiller sınıfının üstülüğünü simgeler nitelikte olmalarıdır. Bir başka deyişle, bu kutsal simgelemeyi yaptıkları için de olabildiğince yüksek nitelikte olmalarına özen gösterilmekte. Peki nedendir bu birden görmeye başladığımız sert kontürlerle tabakalaşan sınıfsal farklılık? Tunç elde edilmesi ustalık gerektiren, oldukça zor ve bileşenlerinin de doğada bulunmasının pek kolay olmaması gibi sebeplerle; tunçtan silahlara sahip olanları hem askeri-politik olarak istediğini yapabilme gücü vermekte, hem de Tunç’u elde edebilme marifeti bir nevi üstün bilgelik ile onları tanrısal boyutlara ulaştırmakta. Üstelik, tunç çağında toplumların sayısal üstünlüklerinden ziyade, bu elde edilmesi zor tunçtan silahlara ne kadar sahip oldukları güç dengeleri değiştiren temel etken olmaktadır. Erken Tunç döneminde Hattilerde daha barışçıl çağrışımlarda olan güneş kursları gibi soyluluk ya da politik anlam taşımaktan ziyade bilge rahiplerin törende kullanmak üzere kullandığı daha genele yönelik sanat nesneleri görürken, orta ve geç tunç çağına doğru bizzat hükümdarı yücelten ve dini değerleri de ancak bu hükümdarlıklarını pekiştirmek için araç olarak kullanıldığını görmekteyiz (Firavun Menkaure: Sağında Tanrıça Bat ve Solunda Tanrıça Hathor; IV. Tuthalya Tanrı Şarumma Tarafından Sarılıyor ve Ona Bizzat Kılavuzluk Ediyor).
Tarımla birlikte avcı (savaşçı) nitelikler toplum rollerinde Paleolitikten Neolitiğe geçişte önem kaybetmişken, orta ve geç tunç çağlarına doğru yaşanan büyük istila ve işgalci göç dalgaları ile tekrardan hortlayıp; maskülen değerlerin militarist formda yükselmesine sebebiyet verebiliyor diyebiliriz. Ve Erken Dönem Tunç’tan Genç Dönem Tunç’a doğru geçişte ciddi bir tasvirsel nitelik değişimi görmekteyiz. Yöneticilerin tasvirleri yalnızca şart değil, aynı zamanda çok görkemli ve seçkin oluşlarını tanrılarla bizzat birlik içerisinde olduklarını vurgulayacak biçimde ifade edilmişlerdir.
Yorumlar
Yorum Gönder